28 Ocak 2015 Çarşamba

Şiir

FATİH BEDİR KÖKER

İŞTE SEN İŞTE BEN İŞTE ŞİİR

Meh
tâb. Su . 2014. Külüstür dişlerimi
fırçaladım. Şubat . Sağ arka
ayağını, yürürken kaldıran siyah
bir it, 08.00 sularında başını göğe
kaldırıp uludu. Trafik hercümerc.
Kızlar olağanüstü güzel. Sen dedi Serkan
diye biri Gencebay diye birine
güzel olup da pahalı olmayan bir
şey söyleyebilir misin? Doğrusun dedi
Gencebey da. Sonra 19.30’a kadar
para kazanmak için toplanıp
dağıldık, güneş battı. Allah
çok büyük. Bunun karşısında
kendi küçüklüğümüzden bahis
bile açamayız. Çocukları hepimiz çok
seviyoruz. Teknoloji ilerliyor.
Toprak kabız. Dul kalınca
Meryem olmak kolay.
Soru faslına geçiyorum. Birbirimizi
anlamak için mücadele
etmeli miyiz?
“ Nefis bir şey olurdu ama
bir noteri kesik bir zambakla korkutmak
ya da kulak tozuna vurup öldürmek bir rahibeyi”
demiş bir şiirinde Pablo Neruda. Şiir
 içinde şiir, şiir olur mu? Kız içinde oğlan eşek…
Akşam oldu az
önce. Akşamın
olmasında Haşim’in
yadsınamaz katkısı var. Bugün de
kimseye ‘könes’ diyemedim.
“bir günün sonunda arzu”mdu bu.
Bakalım
şimdi ne olacak? 





5 Ocak 2015 Pazartesi

Şiir

DEEPNESS

Suskun
Ve bi o kadar güzelsin
Aynalarda

Toprağın sıcaklığı başka
İkimizin muhabbeti başka şey
Pınardan akan suyun içtenliği
Tombul bir kuşun gözü biraz

Karanlığın bastırmadığı
Usul usul geldiği gecede
Senin yüksekçe bir yere çıkıp
Sırtını dünyaya dönerek
Yeni doğan ayı seyretmenden
İkimiz de biliyoruz
O çocuğun yanağındaki şeyin
Afrika gibi bir şey olduğunu

İkimizin muhabbeti
Kalın kitaplardan da kalın
Bir annenin diktiği sökük kadar sağlam
Bir ilmek anneden bir ilmek annelikten
Şiire vurursak
Bu
Böyle.




28 Ekim 2014 Salı

"Yazı yazdım karasız"



                                                           YAZIM NASIL OLMUŞ?

Yazmak, bir tutku yoksa yazma kabiliyeti olanların kutsal anlamlar yüklediği bir eylem midir? Soruları devam ettirebiliriz ama bilmeliyiz ki sorularımız neye dair ise onu çerçeveye almaktan başka bir işe yaramaz. Bu da fena bir iş değildir elbette. Sorularımız, bize üzerine soru sorduğumuz ne ise onun bizatihi kendisine dair hakikati vermeyecektir. Olsa olsa hakikatin tecelli etmesine bir vesiledir sorular. O halde sorulardan çok bizim için yazma eyleminin ifade ettiği anlam üzerinde durmak daha fazla mesafe almamızı sağlayacaktır. Şayet hakikate münasipsek zamanı geldiğinde tecelli edecektir.

Yazmak, insandan sadır eden her şey gibi acizliğin bir tezahürüdür. Düşündüğümüz, hissettiğimizi yazıya dökerken hiçbir vakit düşündüğümüzü, hissettiğimizi yazı vasıtasıyla noksansız kaydedemeyiz. Hep bir şeyler eksik kalacaktır. Eğer yazdıklarımızın bir müşterisi varsa bu, biraz da yazının eksikliğinden kaynaklanır. Okuyan, kendi anlam dünyasına göre eksikleri tamamlar. Bu yüzden iyi bir okur pasif bir yazardır, denmiştir. Eğer yazdıklarımıza bir talip çıkmamışsa henüz kendi anlam dünyamızı oluşturamadığımızı söyleyebiliriz. Ya da yazdıklarımız bize pespaye görünüyorsa “noksansızlığa” göz dikmişizdir. Mükemmellik yani kemâliyet ancak sonla erişilecek bir yerdedir insan için. Öteye bakan, önünü nasıl görsün?

Yazmak, insanın sırrını derin bir kuyuya olanca gücüyle haykırmasıdır. Sonra da sırrı ifşa olmasın diye çabalama gayretidir yazmak. Kuyuyu taşla doldurmaya benzer. Sırrından ne kadar kurtarabilirse o kadarı kârdır. Biz insanlar gizeme, sır olana kayıtsız kalamayız. Gizemi en çok barındıran, bin bir türlü tarifi olan şiir bu hususiyetlerinden ötürü güçlüdür diğer bütün yazı türlerinden.

Yazmak, fark etmek isteğiyle beraber fark edilme arzusunun at başı gittiği bir eylemdir. İlki ikincisine galip gelmişse kelimelerin ötesine, anlama doğru bir yolculuk başlar. Birçoklarının dediği gibi anlamın da en sonu sükûttur. Eğer ikincisi baskın gelirse kelimelerle anlam arasındaki perde hiçbir vakit aralanmaz.

Yazı bulunmuş bir şey değildir. Çünkü önce yazgısı, sonra insan var olur. Düşünce gaz, ses sıvı, yazı ise katı haldedir. O halde yazı, insanın yaratılıştan bu yana görünene, kendini en çok aldatan göze doğru ilerleyişindeki son duraktır.

Şimdi en başta sorduğumuz sorulara cevap verme imkânı doğdu bizim için. Yazmak tutkudan arî, kutsallıktan bayağı bir iştir. Yazmak denince aklımıza çaresizlikten başka bir şey gelmiyor. Yazmayı başka türlü görenlerin yazdıklarını okuyamıyoruz.

14 Ekim 2014 Salı

İşler hep karışıktı




 Kimi zaman atasözlerinin salt otoriteye hizmet ettiğini düşünüyorum.
 “Akıl yaşta değil baştadır fakat aklı başa yaş getirir.” Neden bu sözün ilk kısmı söylenir de devamı pek getirilmez?
“Boynuz kulağı geçer fakat kulak kalır, boynuz düşer.”
 “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür, karısı kız görünür.”
Yoksa gerçekten de folklor şiire düşman mı?    

15 Eylül 2014 Pazartesi

Senin Burcun Ne?



KOVA YAZI*

gün çoğu kez incelir kaybolurdu orda beklerdim bunu
bir taş bir taşa değer ses olurdu inlerdi titrerdi mesela
bir su göle düşerdi bir su göle düştükçe akşam
geçerdi ağır ağır asardı kendini göğe ben kırılırdım

o durmadan az sorumluluk, bana çınlayan hayat, az tuz
o durmadan güçlü kapı, çınarın çatlayan dalı, yüksekçe taht
gökyüzüne kurulmuş ay, günleri ezip geçen bir güneş bazen
açardı kalbinin içindeki o büyük türkçeyi susardı hep

o zaman sanırdım o düşünce ölmeyecek, bu rikkati ne hoş
nice ırmaklarda dolaşırdım diz kırıp anlardım kalkacak
duman koyacak, suya boğacak atları, geçitlerde duracak
boşaltacak bulduğu bardağı, bulduğu tablayı kıracak

yanıldım. bıraktı o uzun zaman önce gülmeyi geçmeyi





Bir sanat eserinin değeri insanda açtığı boşluk duygusuyla ölçülebilir. Dünya telaşını sebep gösterip  her bir şeyi tıkıştırdığımız o boşluk aslında bizim yine bu dünyada tek sermayemizdir. Ama kural kati: Hayat boşluk kabul etmez. Yani boşluktan bahsediyorsak bir şekilde dolacak. Peki,  neyle dolduruyoruz doğum ile ölüm arasındaki boşluğu? Asıl soru bu. Sanat, boşluğu doldurduğumuz lüzumsuz ne varsa tahliye etme fırsatını sunar bize.
Daha ne yapsın?



*Şairin “Beni Şaşırt” adlı kitabından alıntılanmıştır.


10 Eylül 2014 Çarşamba

Şiir

CV (CURRİCULUM VİTAE)

Rüya görürüm.
Bayramlarda
Annemin babamın elini öperim.
Çocukken
Birkaç kartpostal atmışlığım da var
Almanya’daki amcama
İstanbul’daki ağabeyime
Ve

Sınırlı sayıda ağaç ismi bilirim
Hiç kedi beslemedim
En çok iğde ağacını severim
Sokrata saygım var
Bu yüzden virajlara yavaş girerim

Hep hareket etmek isterim
Ama çok az edebilirim
Bunu şuna bağlarım
Yedi yaşından beri
Kol saatim var
Yatarken bile çıkarmam

İkna kabiliyetim yüksektir
Bunu keşfeder etmez evlendim
Çarşı izinlerimin birinde
Eyüp’te oğuz ve ağabeyimle
Kahvaltı yaptığımız sabahı
Unutamam
Çünkü ankara’yı hiç sevmiyorum

İnsanın evi ile dini arasında
Sıkı bir bağ olduğunu düşünürüm
Her seferinde evime
Dinime döner gibi dönerim
Evimden çıkarken de
Dinimden çıkar gibi olurum


Başlayıp da bitiremediğim
Bitiremeyeceğim bir şiirim var
“Gün batınca
İncinmiş dallara konar kuşlar “



9 Eylül 2014 Salı

Çocuk meselesi

"Çocuk, büyük adamın küçük hali değildir." demiş rivayete göre zat-ı muhterem.