28 Ekim 2014 Salı

"Yazı yazdım karasız"



                                                           YAZIM NASIL OLMUŞ?

Yazmak, bir tutku yoksa yazma kabiliyeti olanların kutsal anlamlar yüklediği bir eylem midir? Soruları devam ettirebiliriz ama bilmeliyiz ki sorularımız neye dair ise onu çerçeveye almaktan başka bir işe yaramaz. Bu da fena bir iş değildir elbette. Sorularımız, bize üzerine soru sorduğumuz ne ise onun bizatihi kendisine dair hakikati vermeyecektir. Olsa olsa hakikatin tecelli etmesine bir vesiledir sorular. O halde sorulardan çok bizim için yazma eyleminin ifade ettiği anlam üzerinde durmak daha fazla mesafe almamızı sağlayacaktır. Şayet hakikate münasipsek zamanı geldiğinde tecelli edecektir.

Yazmak, insandan sadır eden her şey gibi acizliğin bir tezahürüdür. Düşündüğümüz, hissettiğimizi yazıya dökerken hiçbir vakit düşündüğümüzü, hissettiğimizi yazı vasıtasıyla noksansız kaydedemeyiz. Hep bir şeyler eksik kalacaktır. Eğer yazdıklarımızın bir müşterisi varsa bu, biraz da yazının eksikliğinden kaynaklanır. Okuyan, kendi anlam dünyasına göre eksikleri tamamlar. Bu yüzden iyi bir okur pasif bir yazardır, denmiştir. Eğer yazdıklarımıza bir talip çıkmamışsa henüz kendi anlam dünyamızı oluşturamadığımızı söyleyebiliriz. Ya da yazdıklarımız bize pespaye görünüyorsa “noksansızlığa” göz dikmişizdir. Mükemmellik yani kemâliyet ancak sonla erişilecek bir yerdedir insan için. Öteye bakan, önünü nasıl görsün?

Yazmak, insanın sırrını derin bir kuyuya olanca gücüyle haykırmasıdır. Sonra da sırrı ifşa olmasın diye çabalama gayretidir yazmak. Kuyuyu taşla doldurmaya benzer. Sırrından ne kadar kurtarabilirse o kadarı kârdır. Biz insanlar gizeme, sır olana kayıtsız kalamayız. Gizemi en çok barındıran, bin bir türlü tarifi olan şiir bu hususiyetlerinden ötürü güçlüdür diğer bütün yazı türlerinden.

Yazmak, fark etmek isteğiyle beraber fark edilme arzusunun at başı gittiği bir eylemdir. İlki ikincisine galip gelmişse kelimelerin ötesine, anlama doğru bir yolculuk başlar. Birçoklarının dediği gibi anlamın da en sonu sükûttur. Eğer ikincisi baskın gelirse kelimelerle anlam arasındaki perde hiçbir vakit aralanmaz.

Yazı bulunmuş bir şey değildir. Çünkü önce yazgısı, sonra insan var olur. Düşünce gaz, ses sıvı, yazı ise katı haldedir. O halde yazı, insanın yaratılıştan bu yana görünene, kendini en çok aldatan göze doğru ilerleyişindeki son duraktır.

Şimdi en başta sorduğumuz sorulara cevap verme imkânı doğdu bizim için. Yazmak tutkudan arî, kutsallıktan bayağı bir iştir. Yazmak denince aklımıza çaresizlikten başka bir şey gelmiyor. Yazmayı başka türlü görenlerin yazdıklarını okuyamıyoruz.

14 Ekim 2014 Salı

İşler hep karışıktı




 Kimi zaman atasözlerinin salt otoriteye hizmet ettiğini düşünüyorum.
 “Akıl yaşta değil baştadır fakat aklı başa yaş getirir.” Neden bu sözün ilk kısmı söylenir de devamı pek getirilmez?
“Boynuz kulağı geçer fakat kulak kalır, boynuz düşer.”
 “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür, karısı kız görünür.”
Yoksa gerçekten de folklor şiire düşman mı?